28 Şubat, tepeden tırnağa kalleş bir darbeydi. Ankara’da tankların gövde gösterisi dışında asker eline silahı alıp sokağa çıkmadı. Siyasî partiler aralarında uzlaşabilseler darbecileri sinek gibi ezebilirlerdi. Türlü entrikalar, ayak oyunları ile askerî kanat darbeyi, tam olarak saray darbesi ölçülerinde siyasette ve iş dünyasındaki işbirlikçileri ile korkak adımlarla tezgahladılar.
28 Şubat’ın yıkıp dağıttığı ocaklar, toplumsal çöküşe yol açan haksızlıklar olmasaydı, 2002’de AK Parti iktidara gelemezdi. Türkiye böylesine karanlık bir ara dönem yaşamasaydı, bugün çok ileri bir durumda olabilirdik. 28 Şubat’ın yerleştirdiği standartlar, bugün yaşamaya ve insanları canından bezdirmeye devam ediyor. İktidarlar değişiyor, hükmünü yürütenlerin teknikleri-taktikleri aynı kalıyor.
1997’de, yaka cebine sığacak küçüklükte, “Siyasal İslâm’ın Yayılması” başlıklı bir kitapçık elden ele dolaşıyordu. Aynı metin yargı mensuplarına, profesörlere bir albay eliyle verilen meşhur brifinglerde tekrarlanmış ve alkışlarla karşılanmıştı. Bu brifingin temel tezi, imam hatip ve Kur’an kurslarının ve bu eğitim kurumlarına devam edenlerin sayıları arttıkça “Milli Görüş’e oy vereceklerin” oranlarındaki artış ve böylece bu partinin 20 yılda tek başına iktidara geleceği varsayımıydı. Sosyolojiyi yok sayan bu varsayım, beş yılda çöktü. AK Parti iktidarı 2002’de “millî görüş gömleğini çıkartarak” saltanat sürmeye başladı.
28 Şubat’ın sahiplerinin ayırt edici vasfı, “irtica tehdidi”ni gerekçe göstererek anayasada yazan en temel hakları ve hukuk düzenini askıya almalarıydı. Başörtüsü, kamusal alanda yasaklandı ve Post Modern Darbe’nin en kalıcı etkisi eğitim alanında görüldü. Kur’an kurslarına girişi önlemek için 4+4+4 uygulamasına geçildi ve İmam Hatipleri devre dışı bırakmak adına meslek liselerinin üniversiteye girişi neredeyse imkânsız hale getirildi.
28 Şubat’ın en berrak fotoğrafı, fırsatçı müteşebbislerinin holdinglerinde görev alan emekli generallerin listeleriyle tarihe geçti. Ekonomi, 28 Şubat’ın ahbap-çavuş kapitalizmi ve büyük sermayenin buldozeri sıfatıyla askerlerin Anadolu sermayesinin üzerinden silindir gibi geçmesiyle zıvanadan çıktı. Yakın tarihin devlet eliyle zengin edilen ve sonra iflas eden banka patronları rezaleti, krizin aslî sebebiydi. 28 Şubat’ın yol açtığı ekonomik çöküş, devleti yönetenlerle finans-kapitalin iş birliğinin eseriydi. Bugünkü kriz daha çok kent rantıyla ve devlet ihaleleriyle dönen ekonominin, kendine yeni meşguliyet alanları yaratmakta zorlanmasının eseri. Deniz tükendi ve gemiler karaya oturdu.
Ancak 28 Şubat ile bugünün geniş alanda çakışması, hukukun askıya alınması ile kendini gösteriyor. 28 Şubat, anayasada açıkça yer alan din ve vicdan özgürlüğünü, eğitim hakkını ortadan kaldırmıştı. Bugün anayasa toptan askıya alınmış görünüyor. Anayasayı yorumlamakla ve uygulamakla görevli Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uyulmayan bir düzende anayasadan söz edilemez. “Yeni anayasa yapalım” gündemini bu açıdan gözden geçirin. Can alıcı soru şu: Yeni anayasada, anayasa mahkemesi kararlarına uyulacak mı? Belki daha zoru: AYM olacak mı? Anayasayı yorumlamak ve uygulamakla sorumlu AYM’den söz edilemiyorsa yeni anayasa yapmanın ne anlamı var?
Yaşanan tarihten ders çıkartalım:
Bin yıl sürecek denilen 28 Şubat neden beş yıl bile hükmünü yürütemedi? Derin bir ekonomik krizle sarsılan ve anayasayı askıya alan iktidar gücü, demek ki hükmünü yakın vadede bile yürütemiyor.
Comentarios