Demokrasilerin vazgeçilmezi “Serbest ve adil seçim” kuralı bizde sandık güvenliğine indirgeniyor. Evrensel standartlar bu konuda çok detaylı ve uzun zamandır Türkiye’de bu evrensel standartlara uygun seçim yapılmıyor.
Bilhassa son 0n yılda AGİT’in Uluslararası Seçim Gözlem Heyeti başta olmak üzere, tarafsız gözlemcilerin raporları ve ortak kanaatleri bu durumu kanıtlıyor. II. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında Birleşmiş Milletler’in gözlem heyetleri evrensel standartları ve prensipleri belirledi. Ülkemizde 1946 seçimlerinde açık oy gizli tasnif rezaleti sonrasında 1950 seçimlerinden itibaren bu standartlar ciddiyetle uygulandı ve sağlam bir gelenek oluştu. “Oy namustur”, “sandık milletin namusudur” gibi sözlerle bu gelenek kamu vicdanına yerleşti. Son sandık tecrübeleri, başta 2017 referandumu, sonrasında 2018 Cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçimleri, en son Belediye seçimleri ve bilhassa İstanbul’da tekrarlanan seçim demokrasi tarihimizin bu geleneğin dışına çıkan kara lekeleri olarak hatırlanmalı.
Partilerin ve adayların eşit şartlarda rekabet ettiği serbest ve adil seçimler yapılmış olsaydı bu seçimlerin her birinin sonuçları çok farklı olabilirdi.
Serbest ve adil seçim, her şeyden önce adaylar ve partiler arasında eşit şartlarda rekabet ortamını gerektirir. Her seçim sonrasında AGİT’in hazırladığı rapor, tek tek aykırı durumları sıralıyor. Son olarak Ekim ayında yayımlanan rapor, 14 Mayıs seçimleri için Seçmen ve aday hakları, seçimin finansmanı düzenlemesi, seçim uyuşmazlıklarının tarafsız çözümü, kamu imkânlarının iktidar partisi eliyle usulsüz kullanımı konularında suistimallere değiniyor.
AGİT, en başta iktidar partisinin ve cumhurbaşkanının seçime devlet imkânlarını sonuna kadar kullanarak haksız bir üstünlük sağlamasına yönelik eleştirilerde bulunuyor. “Eşit temellerde yarışma olmadığı”, görevdeki cumhurbaşkanının belirgin ve “kayda değer” avantajlardan faydalandığı, kamu medyası ile özel medyanın bu avantajlar arasında önemli yer tuttuğu ısrarla vurgulanıyor.
Yargı denetiminin olmayışı en önemli eleştiri konusu olarak sıklıkla tekrarlanıyor.
İfade ve basın özgürlüğünün, toplantı ve gösteri hakkının kullanılması en fazla serbest ve adil seçimlerin ön şartıdır. Gazeteciler yaptıkları haber ve yorumlardan dolayı tutuklanabiliyorsa serbest seçimlerden bahsedilemez. Kamu kaynakları seferber edilerek iktidar yanlısı medya tekelinin tahakkümü ve kanaatlerin özgürce dolaştığı sosyal medyaya getirilen sınırlamalar adil seçim imkanını bütünüyle ortadan kaldırır.
İktidar internet ulaşımını sınırladığı zaman hangi siyasi öneriyi, eleştiriyi veya projeyi ifade edebilirsiniz?
RTÜK, iktidar kalesini emniyete alan bir savunma hendeği değil mi?
Mahkemeler aynı ifadelerin yer aldığı kişilik haklarına saldırı davalarında karar verirken, tarafların iktidar karşısındaki pozisyonuna bakarak kanun önünde eşitlik ilkesini alenen ihlal etmiyor mu?
Can Atalay’ın dallanıp budaklanan, demokrasi ve hukuk devleti adına skandala dönüşen hikâyesi, özünde tek bir kişinin temel haklarının ihlâli tartışması değildi. Seçime girmiş ve seçmenin oyları ile seçilmiş bir temsilcinin Anayasal yargı tarafından müeyyideye bağlanmış haklarının çoğunluk tarafından ihlali, doğrudan adil ve eşit seçim ilkesinin ihlali anlamına gelir. Tekrarlayalım: İktidar bu olayda çoğunluk gücünü kullanarak azınlıkta kalanların haklarını nasıl ihlal ettiğini anayasal hukuka meydan okuyarak göstermiştir. Demokrasilerde çoğunluğun iktidarı gerekli şarttır, ancak yeterli olabilmesi için azınlıkta kalanların haklarının titizlikle korunması gerekir ki Anayasa Mahkemesi bunun için vardır; korunmuyorsa demokrasiden söz edilemez. 31 Mart seçimlerinin tek başına Can Atalay meselesinin gölgesinde yapılacak olması bile seçimin adil ve eşit şartlarda yapılmadığı anlamına gelecek.
Comments