top of page
  • Yazarın fotoğrafıMümtaz'Er Türköne

İbrahim sünneti veya benim kurban hikayem

"Hikâye tekrarlanıyorsa ve hâlâ anlam taşıyorsa kalıcıdır. Evlatlarınızı yiyen bir Tanrı ortalıkta dolaşıyorsa, kurbanın tek anlamı vardır. Hikâye tekrarlanıyor mu?"

Rivayet muhtelif, benimki ise uzun bir hayatın önüme koyduğu kurban ibadeti hakkında tecrübe ve bilgi.

Çocukluğumda dinlediğim Kurban hikâyelerinde beni hep rahatsız eden, bana mantıksız gelen bir taraf vardı. Hani şu, Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i alıp, yere yatırıp boynuna bıçağı dayadığı hikâye. Özellikle yaşlılar o kadar canlı o kadar inandırıcı anlatırlardı ki, sanki o saat orada bulunmuşlar ve bütün olayı başından sonuna izlemişler; gördüklerini, dinlediklerini size olduğu gibi naklediyorlar. Ben yine de bir babanın gördüğü rüya üzerine canı kadar sevdiği oğlunun boğazını kesmeye karar vermesinde ve üstelik bu işe fiilen kalkışmasında akla-mantığa ve hayata aykırı bir taraf olduğu düşüncesine kapılırdım.

Sonradan haklı olduğumu öğrendim. Bol miktarda örnekle, gördüğü rüya üzerine oğlunun boynunu kesip kurban eden baba olmuş. En meşhurlarından biri, 1931’de ilk icazetli demokrasi tecrübemizin partisi olan Serbest Fırka’nın lideri Fethi Okyar’ın İzmir mitinginde, bir baba oğlunu koyun gibi yere yatırıp kurban niyetine kesmiş. Obsessif kompulsif veya şizoafekti krizi geçiren bir baba, gördüğü rüya ile Hz. İbrahim’in hikayesini birleştirip böyle bir işe kalkışabilir. Örnekler bu cinayetlerin mümkün olabildiğini gösteriyor.

İlkokulda iken beni Kurban’ın anlamı üzerine ikna eden Kur’an Kursu hocam oldu. Kurban ibadetinin kan dökmek üzerine bina edildiğini, insanların yediği hayvanların yani bir canlının kanını dökerek hayatın zorluğunu ve anlamını daha kuvvetli kavradıklarını söyledi. Hemen bu yorum üzerine amel etmeye başladım. Mahallemizin kadınları akşam yemeğine yetiştirecekleri horozları zaten bana kestirirlerdi. Kadınlar dinen kesemiyormuş ve ben de küçük yaşta erkek sınıfına dahil olmanın ayrıcalığını yakalamıştım. Kan görmeye dayanamayan bir babanın açtığı boşluktan istifade ederek 13 yaşından itibaren Kurban bayramlarında küçük baş hayvanları kesip yüzmeye başladım. Yeni yetişenler alanı boş bulunca kendini geliştiriyor. Birkaç yıl içinde 25 dakikada bir küçük baş hayvanı, parçalara ayrılmış vaziyette teslim eder hale geldim. Hatta ilk on dakikada, hayvanı tamamen yüzmeden kolları kesip kavurma için tencerenin içine atılacak hale getirmeyi bile öğrendim. Kurban kasaplığının basit bir ön şartı var: Tiksinmeyeceksiniz. Budun iç tarafına bir kesik atıp, ince oklavayla bir yol açıp dudaklarınızı yapıştırıp deriyi şişirebiliyorsanız gerisi kolay. Bağırsak ve mideye kesik atmamak, karaciğerin içindeki safra kesesini patlatmamak da işin inceliği. Soluk borusundan yakalayıp çektiğiniz zaman bütün sakatat tek parça halinde elinize geliyor. Sonra büyük baş hayvanlara terfi ettim. Elbette tek başınıza olmuyor, ancak onun da bir inceliği var. Baş ve işaret parmağınızı kararlı bir şekilde hayvanın burnuna sokup bir kerpeten gibi sıkıştırırsanız, koca hayvan size teslim oluyor ve peşiniz sıra hiç zorluk çıkarmadan geliyor. Bıçağınız da ağır ve keskin ise sadece fıskiye gibi fışkıran kanın akmasını ve hayvanın hareketsiz kalmasını beklemek biraz sabır gerektiriyor.

Bu tecrübeyi size, Kurban’ın anlamı konusunda bir arayış macerası olarak naklediyorum. Kestiğim ilk iki üç kurbanda canlı bir varlığın hayatına son vermenin ve onu oturup yemenin ontolojik problemlerine kafa yordum. Ama sonra? Sonrası inanın, basit bir kasaplıktan ibaret. Günümüzde kurban sahipleri için zaten böyle bir anlayışı tecrübe etme imkânı bulunmuyor. Mezbahalarda etler önünüze hazır geliyor.

İslâm’da, aslında Kurban ibadetinin olmadığı, Hacc mevsiminde hacılara ikram etmek üzere hayvan kesmenin sonradan Kurban geleneğine dönüştüğü şeklindeki İbn Abbas’a maledilen yorumu da biliyorum. Ancak bu yorum, İslâmiyet’e İbrahim geleneğinden intikal eden ve Kur’an’da da yer alan o sarsıcı hikâyeyi yok sayamıyor. Hz. İbrahim oğlunu kurban etmeye kalktı ve az kalsın aynı olay Peygamberimizin babasının da başına gelecekti.

Öyleyse mesele mühim.

İBRAHİM SÜNNETİ 

Sözü uzatmadan vardığım sonucu özetleyeyim.

Kurban, İbrahim sünneti, yani Yahudi geleneği. Dört başı mamur anlamına İbrahim dininde kavuşmuş. Hatta o kadar ki Yahudi dini, neredeyse tek başına Kurban ritüeli üzerine inşa edilmiş. Biz Müslümanlar, İsrailiyat diye Yahudi kaynaklarını küçümsediğimiz için meseleye uzak düşüyoruz. O kadar ki bizde, İbrahim’in kurban ettiği oğlunun İsmail mi, İshak mı olduğuna dair sonuca bağlanmamış bir tartışma var. Kurban edilecek evladın Tevrat’ta geçtiği üzere İshak olduğu, Hz. Ömer’den Taberî’ye kadar önemli otoriteler tarafından kabul ediliyor, aksi rivayet ise çok kuvvetli bulunmuyor. Ancak bugün yaygın inanç zayıf rivayeti, yani İsmail ismini benimsiyor.

Yahudî inancında Hz. İbrahim tarafından İshak’ın kurban edilmesi kıssasının işgal ettiği dört başı mamur merkezî konuma gelelim:

İbrahim inancı ve Yahudi dini, geldiği çağda devrimci bir iddia ile yola çıkıyor. Bu devrim, insan kurban edilmesinin ve onun bir parçası olan evlat kurbanının yasaklanmasını esas alıyor.

Kurban, ilkel zamanlardan itibaren yerleşmiş bir ibadet. İnsanın kutsal ile yakınlaşmasını sağlayan bir ritüel. Arapçada, akraba ile aynı kökten gelen “kurban”ın “yakınlaşma” anlamı hiç değişmeden aynen devam ediyor. Kurban, sizi kutsala veya Allah’a yakınlaştırıyor. Bu ibadet “yakınlaşma” için yapılıyor.

FARKLI KÜLTÜR VE HALKLARDA “KURBAN” RİTÜELLERİ 

İbrahim dini öncesinde bu yakınlaşma ve getirdiği arınma ritüeli, toplumu sarsan, hatta dehşete düşüren bir gelenek olarak insan kurban edilmesiyle yerine getiriliyor. Japonya’dan Amerika kıtasındaki yerlilere, Avrupa’nın tamamına ve özellikle Orta Doğu’ya birbirinden bağımsız şekilde yerleşen bu gelenek, toplumu bir arada tutmak ve dayanışma içine sokmak için dehşet duygusu yaratmayı, tam da günümüzdeki anlamıyla terör atmosferi oluşturmayı hedef alıyor. Ugarit’lerde genç ve güzel bir kızın herkesin katıldığı bir ritüelle kurban edilmesi, bereket, belki de sıkı çalışma için akıllarda kalan bir dehşet görüntüsü yaratmış olmalı.

Önce Traklarda (Trakya halkı) sonra Vikinglerde uygulanan, savaştan önce kurayla seçilen birinin havaya atılıp mızrakların üzerine düşürülerek kurban edilmesi adeti, muhtemelen girişilecek savaşta ölüm korkusunu yenmeyi sağlıyordu. Aztekler Bereket tanrısı Tlaloc için çok sayıda küçük çocuğun tırnağını söküyor, acı içinde ağlayan çocuklar, gözyaşlarından oluşan bir kabın içinde boğuluyordu. Sami tanrısı Baal’in heykellerinin karın kısmında çocukların yakıldığı bir fırın bulunuyordu. Pers geleneğinde farklı versiyonları bulunan Kürtlerin Kawa efsanesi de, insan yiyen bir canavarı anlatır.

Tevrat’ta, Krallar II’de, doğrudan İsrailoğullarının taraf olduğu bir olay geçer. İsrail kavmi Moab’ı kuşatıyor. Moab kralı, şehir düşmek üzereyken veliaht ilan ettiği kendi oğlunu kurban ediyor. Dehşete kapılan halk galeyana gelip İsrailoğullarına cansiperane direniyor ve şehri kurtarıyorlar.

İbrahim dininin yaptığı devrimin ana fikri, toplumu bir arada tutan yapıştırıcı unsuru, dehşet duygusundan uzaklaştırıp ortak değerler, inançlar, ahlakî prensipler üzerine inşa etmesi. Korkutarak değil, Tanrı’nın emirlerine (on emir gibi) bağlayarak. Daha ilerisi yasa fikri ve yasa etrafında örgütlenmiş bir toplum. Kurban dediğimiz, etkileyici bir hikâye ve bu değerleri oluşturan akılda kalıcı bol kıssalar ve örgütlü bir toplum. Dünyanın her yanına dağılmış Yahudilerin, bu güçlü hikâye ile vahdetini sürdürebildiğini unutmayalım.

Kurban, korkuyu, dehşeti ve bunları yaratan kavgayı değil ortak değerler etrafında uzlaşmayı, anlaşmazlıkları ortak kurallara göre çözmeyi yani yakınlaşmayı getiriyor. Bu devrimci tezi hafızanıza nakşetmek için biz de bir Sami tanrısını hatırlatalım. Mülk, yani devlet kelimesi, kendisine insan kurban edilen Sami tanrısı Molok’tan geliyor. Thomas Hobbes bu efsaneyi, devlet iktidarını konu alan Leviethan (Ejderha) kitabıyla modern çağa taşımıştır.

Hikâyeyi şu anlama yerleştirerek düzeltebiliriz: Bir baba, dehşet duygusu ile elinde kalanlara sahip çıkmak üzere oğlunu kurban etmeye karar vermişken, yerine paylaşmaya ve dayanışmaya, ayrıca ortak değerlere-kurallara vesile olan ve bir ziyafete dönüştürülen kurban adetine geçiş gerçekleşiyor. Ve böylece bize dehşetten kaçınmak üzere ahitleşme anlayışıyla uzlaşmayı getiriyor.

Hikâye tekrarlanıyorsa ve hâlâ anlam taşıyorsa kalıcıdır. Evlatlarınızı yiyen bir Tanrı ortalıkta dolaşıyorsa, kurbanın tek anlamı vardır.

Hikâye tekrarlanıyor mu?

Comments


bottom of page