top of page
  • Yazarın fotoğrafıMümtaz'Er Türköne

Sol’daki Pencereden Görünen Siyasal İslâm Manzarası


Solun, siyasal İslâm’ı gözlerken ve analizini yaparken hep buğulu gözlüklerle baktığını düşünüyorum.

Eski zamanlarda “kitle kuyrukçuluğu” denen popülizmin, -Bülent Arınç’ın tabiriyle- “ütmek” üzerine kurulu kampanya taktiklerini, suya yazı yazan seçim söylemlerini, vaatlerini bir kenara bırakın. Tv kanallarında mebzul miktarda karşınıza çıkan, okey masası muhabbetinin üzerine bir türlü çıkamayan, seçimden çok kişilere odaklanan üfürmelerini zaten kimsenin ciddiye aldığı yok.  Muhafazakârlar temenna çakmaktan, basit bir sebep sonuç ilişkisi kurmaya zaman bulamıyor, daha doğrusu ciddi bir söz söylemek işlerine gelmiyor.

Marksizmin her alanı kuşatan teorisi tedavülden kalkınca, Sol eleştiri ve analiz de zayıflamış görünüyor. Gramshi’nin, Althusser’in bugüne eldiven gibi uyan teorilerinin yerinde Carl Schmitt’in “siyasal”ı saltanat sürüyor.

Kemal Can, Tanıl Bora, Kadri Gürsel gibi ekonomi-politiği parti rekabetini ve seçimleri yorumlarken analizlere dahil eden “eski tüfekler”den çok az kaldı. Prekarya kavramı halâ dar elit bir zümrenin tekelinde. CHP’nin değişim sancılarını hafifletecek, ona yol-yöntem gösterecek teorik destek ise ufukta görünmüyor. Faşizme de sosyalizme de eşit ölçüde ekmek kapısı olan “Üçüncü Yol” mezarından kaldırıldığına göre, durum gerçekten vahim.

Türkiye’nin özgün şartlarında, Sol’un ideoloji üretmekte ve en önemlisi CHP’ye yeni bir elbise biçmekte zorlanmasının ana sebeplerinden biri, anti tezini oluşturmaları gereken “Siyasal İslâm”ı bütünüyle tersine çevrilmiş şekilde kavramaları ve analizden geçirmeleri. Kadri Gürsel’in,  “Rejimin ekonomi politiği CHP’yi “gerçek değişim”e zorluyor” başlıklı uzun soluklu ve ufuk açıcı analizi özellikle ekonomi ile parti rekabeti arasında ilişki kurmakta zorlananlar için yol gösterici bir yazı; ama tam olarak ve solu temsil edici şekilde kırık plağın takıldığı yerde aksıyor. BKNZ. "Kadri Gürsel: Rejimin ekonomi politiği CHP’yi “gerçek değişim”e zorluyor"

Şöyle diyor: “Türkiye’nin karşı karşıya olduğu gerçek, siyasal İslam’ın devleti dönüştürmesinden de öte, devlete dönüşmesidir; siyasal İslam artık “devletin kendisi”dir. Bu tarihsel halin manası, “devletin sahibi olmak”tan daha derindir.”

Siyasal İslâm eleştirisinde tersine çevrilmiş politik durum dediğim şey tam olarak bu.

Devleti ele geçiren Siyasal İslâm’ın “İslâm” kısmı değil, “siyasal” kısmı. Siyasal İslâm’ın İslâm kısmı bir iktidar projesi ve cephanesiydi. İktidara geldiği zaman tüketilmiş oldu. Sonuç bir totaliter diktatörlük veya teokrasi olmadı, kişi kültünü ve keyfiliği yücelten bir otokrasi ortaya çıktı. Otokrasi kendisini kayıt altına alacak ve sınırlayacak hiçbir güçten hoşlanmaz, buna İslâm veya son günlerde moda olan “şeriat” de dahil. AK Parti iktidarını, bağlı olduğu varsayılan Şeriat’a aykırı bir konuma yerleştirmek daha kolay. Şeriat da, son tahlilde keyfi olanı sınırlayan bir güç değil mi? Dikkat edin, büyük ölçüde muhalefet cephesinde CHP’ye hala yakın duran ve Erdoğan’dan ve AK Parti’den daha fazla Siyasal İslâm’a bağlı kalan tam dört parti var: Yeniden Refah, Saadet, Gelecek ve Deva Partisi. Demek mesele “İslâm” değil.

AK Parti, tam tersine devleti ele geçirirken çağımız ulus devletlerine özgü milliyetçi, otoriter ve sahip olduğu devleti tanrı gibi bir külte dönüştüren faşizme yaklaştı. Bugünün Türkiye’si daha milliyetçi ve devletçi; bu durum 22 yılın uzun soluklu propagandalarının eseri.

Tam olarak ortodoks anlamda dini temsil eden ve güçlü temsilcileri çoğalan iktidara muhalif sesleri ciddiye almanız gerekir. Mustafa Öztürk’ü, Mustafa Çağırıcı’yı, Ali Bardakoğlu’nu okumanızı öneririm. Aslında hepsinin şikâyet ettiği şey aynı: Kurumsal olarak İslâmiyet ve dindarlık AK Parti iktidarında gümbürtülü bir çöküş yaşadı. Dini, sosyolojik anlamda aile, siyaset gibi bir kurum olarak düşünürseniz, bu söylediğimin tezahürlerini daha canlı görebilirsiniz. Dini kurumlar çöktü. Din ahlâkî olarak inananları için doğru ve yanlışı belirler. Bugünkü iktidarın ve onun çıkarlarının hilafına doğru ve yanlışı belirleyecek bir kurum, bir otorite kaldı mı?

Cumhuriyetin başından beri tekrarlanan uyarılar vardı. Sonunda “korkulan” gerçekleşti ve Siyasal İslâm iktidara geldi, 22 yılda yayılarak Kadri Gürsel’in dediği gibi “devlete göç etti”. Olabileceklerin hepsi oldu. Peki sonuç?

Sonuç şu: Sıradan bir müslümanın, dünyası ve ahireti ile dengeli bir dindarlığın “siyasal”dan tamamen bağımsız yaşama ve hukukunu koruma imkânı kalmadı. Kim koruyacaktı? Eskiden buna laiklik diyorduk. Din siyaset eliyle bu dünyaya çekildi ve iktidarın elinde sekülerleşti.

İslâmcılık veya Siyasal İslâm muhalif bir ideolojiydi, iktidara geldi ve ideolojik safralarını zamanla atarak realist bir sekülarizme geçiş yaptı. Bu geçişin ekonomi-politiği bugün geride bıraktığı ideolojisinden daha önemli.

Comments


bottom of page