Laik kanat bu sefer “Yaşasın Şeriat-Kahrolsun Cumhuriyet” provokasyonuna balıklama atlamadı. Önümüzde duran seçim sandığının, yani demokrasinin fazileti devreye girmiş olmalı; zira “Şeriat” yaftalı tartışmalar hep muhafazakâr-sağ partilerin bastığı zemini kuvvetlendiriyor. “Şeriat” kelimesi laik çevreler için teokratik dikta, akıldan-bilimden sapma, hurafelere inanma, çağın gerisine gitme, çöl kanunlarının hakimiyeti, yobazlık çağrışımı uyandırırken, dindar kitleler için doğrudan dinin kendisi olarak biliniyor. Böylece Türkiye’de laiklik tartışması kolaylıkla muhafazakâr geniş kitlelere dindarlık-dinsizlik ikilemi olarak yansıyor.
Uyaralım! Siyasî parti rekabetinin de devlet düzeninin de bam telinde dolaşıyoruz.
Bu mesele Cumhuriyet kurulurken kökten çözülmüş ve din ile devlet arasındaki ilişki dindar kesimleri de tatmin edecek şekilde bir formüle bağlanmıştı. Dini istismar ederek siyasî çıkar devşirenler bu formülü bilmezden gelirken laik kesim ise neden bahsedildiğinin farkında bile değil.
Formül Diyanet’i kuran 1924 tarihli 429 sayılı kanun ile ve Diyanet’in yetki alanını düzenleyen 633 sayılı kanunun birinci maddesinde çok açık bir şekilde yer alıyor. Bu formüle göre Şeriat’ın “Muamelât-ı nasa dair ahkâmı”nın (Özel Hukuk alanının tamamı) teşri (yasama) ve uygulamasından TBMM sorumlu. Diyanet sadece inanç-kelâm konularından (bu alan tartışmalı) ve ibadet kurallarından bir de dinî hizmet veren camiler gibi kurumların yönetilmesinden sorumlu. Kanun açıkça Şeriat’ın Muamelât kısmından Diyanet’i uzaklaştırıyor.
Kanun metnini aktaralım:
“Türkiye Cumhuriyeti’nde muamelâtı nasa dair olan ahkâmın teşri ve infazı Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun teşkil ettiği Hükümete ait olup dini mübini islâmın bundan maada itikadat ve ibadata dair bütün ahkâm ve mesailinin tedviri ve müessesatı diniyenin idaresi için Cumhuriyetin makarrında (Bir Diyanet işleri reisliği) makamı tesis edilmiştir.”
Bu kanunda “ben İslami hükümlerin uygulanmadığı düzende yaşayamam” diyenler için bir “Şeriat Düzeni” inşa ediliyor. İslâm şeriati “muamelat”, “ibadat” ve “itikadat” bölümlerinden meydana gelir. “İtikadat”ın yani inançların Şeriat’e dahil olup olmaması bir bakış açısı meselesi, “ibadat” “ibadetler” demek; ancak hiç zikredilmeyen “ukubat” bölümü sorun teşkil etmiyor. Zira Osmanlı tarihi boyunca “ukubat” (ceza hukuku veya daha genel olarak kamu hukuku) hiçbir zaman Şer’i otoritenin uhdesine bırakılmamış, doğrudan siyasi otorite tarafından “örf” adıyla tanzim edilmiştir. Mecelle’nin “Örf ile tayin, nass ile tayin gibidir” prensibi şer’i dayanak olarak kadim bir geçmişe sahiptir. Kanunname-i Örfi Osmani (Fatih Kanunnamesi) gibi.
Kavramları bilmeyenler için açıklayalım. İslâm Şeriati, yani İslâm Hukuku veya Fıkıh, tıpkı Roma’dan bu yana gelen laik hukuk gibi temelde özel hukuk ve kamu hukuku ayrımına dayanır. Muamelat (kanunda geçtiği üzere muamelat-ı nass) ise özel hukukun, code civil diyeceğimiz medeni hukukun karşılığı. Cumhuriyet kurulduğu zaman İslâm Şeriati’nden Hanefi Fıkhına göre kodifiye edilmiş (kanunlaştırılmış) Mecelle (Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye) yürürlükteydi. Mecelle medeni hukukun bir kısmını düzenlemiş, birçok alanı dışarda bırakmıştı. Neticede bu kanun ile aynı yıl ilga edildi ve yerine İsviçre Medenî Kanunu kabul edildi.
Bu açıklamalardan sonra, “kanun ne diyor?” sorusuna cevap verelim:
Kanun “din-i Mübin-i İslâm”ın, “muamelat, ibadat ve itikadat esaslarından bahsederek doğrudan Şeriat’e dahil bir düzenleme getiriyor ve diyor ki: “Din-i Mübin-i İslam”ın yani Şeriat’in “ibadat” ve “itikadat” faslına dair hüküm verme ve bu cinsten sorunları çözme yetkisini bu kanunla tesis edilen Diyanet’e devrediyorum. Devrim niteliğindeki ibare muamelat-ı nassa yani medeni hukuka dair. Kanun, Şeriat’in özel hukuk alanında yasa koyma, hüküm verme ve icra etme yetkisini Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ve onun görevlendirdiği hükümete devrediyor. Laik açıdan bakarsanız, Meclise tanınan kayıtsız ve şartsız kanun yapma yetkisi; Şer’i açıdan bakarsanız insanlar arasındaki ilişki konusunda Şer’i hukukun yerine ikame edilen ve doğrudan Meclis’e tanınan “dini kural” koyma yetkisi. Yani, “TBMM marifetiyle çıkan kanunlar aynı zamanda dindar bir Müslümanın uyması gereken şer’i kurallardır” anlamına geliyor.
İslam hukukuna göre böyle bir şeriat yorumu, yani Meclis’in çıkartacağı kanunların aynı zamanda Şer’i kural niteliği taşıması mümkün mü? Elbette bu bir şeriat yorumu, ama kesinlikle mümkün: Şer’i kuralların dört temel kaynağından (edille-i erbadan) sonuncusu İcma-i Ümmet, yani halkın kararı; TBMM’den daha fazla ümmetin icmaını temsil eden bir otorite göstermek mümkün mü? TBMM, bu formülle din ile devleti birbirinden ayırmayan bir Müslüman için doğrudan Şer’i bir otorite haline geliyor. Böylece, sırtınızı TBMM’ye dayayarak anayasal düzene ve kanunlara uygun yaşarken öbür dünyanızı da garanti altına almış oluyorsunuz.
Bu düzen çok hassas ve ince ayarlı. Oluşan denge devletin de ana iskeletini oluşturuyor. Cumhuriyeti kuran irade, din-devlet ilişkisi, din ve vicdan hürriyeti meselesinde bu formül ile kurulu irade halinde yaşamaya devam diyor.
Comments