top of page
  • Yazarın fotoğrafıMümtaz'Er Türköne

Tarikatların ve Falcıların Ortak Hikâyesi


Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasını, unvanların yasaklanması yoluyla tarikatların kapısına kilit vurulmasını düzenleyen 1925 tarihli 677 sayılı Devrim Kanunu, kısa olmasına karşılık içerdiği hükümler açısından çok geniş kapsamlı bir kanundur. Bu kanunla: “Şehlik (şeyhlik), dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve gayıptan haber vermek ve murada kavuşturmak maksadıyla nüshacılık gibi unvan ve sıfatların istimaliyle bu unvan ve sıfatlara ait hizmet ifa ve kisve iktisası (giyilmesi)” yasaklanarak, bireyin dışında yer alan toplumsal inanç alanı, Diyanet’in yetki alanı dışında neredeyse bütünüyle kanun dışı ilan edilmektedir. Kanun yasaklamalar kapsamına Alevî-Bektaşî inancını ve bu inanca has unvanları da dahil etmektedir.

Kanunda bu yasaklamaların müeyyidesi de yer almaktadır: 3 aydan az olmamak üzere hapis cezası. Lider konumunda olanlarda bu ceza altı aya çıkmaktadır.

“Devrim Kanunu” vasfını haiz olması bu kanuna anayasal statü kazandırmaktadır. Anayasanın 174. Maddesinde zikredilen bu kanunların “…yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz” ifadesi ile, anayasadaki değiştirilemez hükümlerle aynı hizaya getirildiği açıktır.

Bu kadar kapsamlı ve kesin olmasına karşılık bu kanunun ve müeyyidelerinin uygulandığına dair (12 Eylül ve 28 Şubat dönemi dahil) tek bir örnek bile yoktur. Ayrıca kanunla yasaklanan tekke ve tarikatlara başından itibaren resmî istisnalar getirilmiştir. Mevlevîlik bırakın yasaklanmayı, devlet koruması altındadır.

Bu kanunla türbeler de kapatılmıştır. Kanun sarih şekilde, başta padişahlara has türbeler olmak üzere bütün türbeleri kapatmış ve türbedarlıkları da kaldırmıştır. Buna karşılık bütün türbeler ziyarete açık ve bakımları büyük ölçüde kamu hizmeti olarak ifa edilmekte, bazıları da müze statüsünde bulunmaktadır.

Asıl mesele, bu kanunun aynı zamanda her türlü falcılığı yasaklaması ile bugünkü fiili durum arasındaki yaman çelişkidir. Astroloji, burç falları, yorumları bu kanuna göre açıkça yasaktır. Kahve falı dahil, kanun gelecekten haber veren her türlü falcılığı yasaklamıştır. Kanun hem falcılığı hem de falcılık adı altında yapılan işleri suç kapsamına almaktadır. Astroloji, “yıldız falı” olarak falcılık kapsamındadır. Aynı ay içinde doğanların, aynı kaderi paylaştıkları inancı ve bu kaderin yıldızlara göre belirlendiği kabulü astrolojinin temel ve vazgeçilmez varsayımıdır. Falcılığın bu en genel ve ilkel biçimi günümüzde dinler-tarikatlar kadar güçlü bir saltanat sürmekte, gazeteler-dergiler-tv programları ile özellikle hanımların batıl itikatlarını gündelik doğallığı içinde hayata taşımaktadır. Tekrarlayalım: Tekke ve zaviyeleri, tarikatları kapatan kanun aynı ceza müeyyidesi ile falcılığı bu arada astrolojiyi de yasaklamaktadır.

Anayasadaki saygın statüsünü muhafaza eden bu geniş kapsamlı olan ve hapis cezası ile müeyyideye bağlanmış bulunan bu kanunun tam karşısında hayatın görünür bir çok alanını işgal eden tarikatlara ve falcılığa karşı tek bir uygulama örneği yoktur. Benzeri durum diğer Devrim Kanunları için de geçerlidir. Şapka İktisası hakkında kanun da aynı şekilde uygulanmamaktadır.

Saygın bir konumda tutulan ama hiçbir şekilde uygulanmayan kanunlar, hukuk ve kanun hakimiyeti fikrini ve inancını baltalar. Kanunu, hatta anayasa hükmünü uygulamamak normalleşir.  Bu sefer karşınıza hiçbir kanunda yer almayan suçlar ve cezalar, bu suçlardan hüküm giyen insanlar çıkar. İkisi arasında sallanan hukuk devleti bir yerinden yakalanıp tartıya çıkartılamaz. Uygulanmayan kanun kaldırılır; olmayan kanun maddesi de uygulanamaz.

Comments


bottom of page