Cumhurbaşkanı’nın AYM ve İdarî Yargı kararları için “hazmedemiyorum” tepkisine iyi tarafından bakılmalı. Demek Anayasal Demokrasi nefes alıp vermeye devam ediyor. Yargı’nın verdiği “rahatsızlık” demokrasinin denge-fren mekanizmasının işlediğini gösteriyor.
Yargı bağımsız değilse, kuvvetler ayrılığı prensibi işlemiyorsa o ülkede anayasadan da demokrasiden de söz edilemez. Yargı yürütmeyi frenleyerek dengeler. Yürütme gücünü elinde bulunduranlar her zaman yargının işlere köstek olmasından şikâyet ederler. En üst düzeyde bu şikâyet hala devam ediyorsa durum tamamen umutsuz değil demektir.
Yürütme her zaman proaktiftir. Toplumu ve bürokrasiyi oluşturduğu algılarla yönlendirir. Yargı ise hiçbir zaman konuşmaz. Evrensel hukuk literatüründe “yargıçlar kararlarıyla konuşur” sözü geçerlidir. Yargıçlar konuşmaz ama verdikleri kritik kararlarla yürütmeyi sert blokajlarla “rahatsız” ederler. Bu yüzden dünyanın hiçbir yerinde yürütme yargıdan hoşlanmaz. Yargı ayak bağı olarak görülür.
AK Parti iktidarında neredeyse yeni bir nesil ortaya çıktı. Bu kadar uzun süre iktidarın yargı dahil devletin bütün kademelerinde kadrolaşması için yeterliydi. Yargıda iktidara yakın muhafazakâr-milliyetçi kadroların çokluğu, onların tepesinde HSK’nın görev taksimine iktidardan yana müdahalesi taraflı bir yargının ortaya çıkmasına yol açmış olmalıydı. AYM üyeleri arasında iktidara zihniyet olarak uzak yargıçlar yok. Buna rağmen yaydıkları “rahatsızlık” varlık sebeplerinin gereği.
AYM, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye şubesi gibi iş görmek ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne bağlı kalmak zorunda. Aksi takdirde AYM’nin kurumsal kimliğini de yargıç sıfatıyla kendi itibarlarını da korumaları mümkün değil. Demek iktidar partisi ile aynı dünya görüşünü paylaşmaktan daha önemli uymaları gereken meslekî zaruretler var.
AYM’siz bir anayasa tasavvuru, topyekûn anayasasız bir düzen anlamına geliyor. Dikkat edilirse “Yeni Anayasa” önerisinde, AYM’nin etkisizleştirilmesi dışında bir yenilik yok. AYM’yi merkeze alan itirazların tamamı, kuvvetler ayrılığı prensibine karşı çıkmak anlamına geliyor. Bu ise temel hak ve özgürlüklerin güvenceden mahrum kalması, böylece anayasanın gereksiz hale gelmesi demek. Öbür taraftan AYM’nin her şeye rağmen kefaletinin işlediği temel haklar düzeni, ekonomik krizden çıkış için de çok kritik olan mülkiyet hakkını güvence altında tutuyor. Türkiye’nin son on yılı kapsayan ekonomik tecrübesi ve mevcut krizin dinamikleri, dengelenemeyen iktidarın savrulmalarının ne kadar can acıtıcı olduğunu gösteriyor. Tıpkı yargı gibi Merkez Bankası başta olmak üzere iktidarı frenlemesi gereken Bağımsız İdari Otoriteler üstlendikleri görevleri yerine getirmiş olsalardı, ekonomi fantastik uygulamalarla bu kadar kolay rayından çıkmazdı.
Yürütmenin anayasal düzen içinde frenlenerek dengelenmesi, günün sonunda toplumun ve ülkenin çıkarına. AYM ve İdarî Yargı hala “rahatsızlık” verebiliyorsa, demek ki işlerin toparlanması için hâlâ umut var.
Comments