top of page
  • Yazarın fotoğrafıMümtaz'er Türköne

Kim Kazanacak?


Aşırı derecede kişilere indirgenmiş analizler, sonucu belirleyen asıl faktörü gözden kaçırma riski taşıyor. Doğru: Partiler ve daha çok kişiler birbiriyle rekabet ediyor; ancak bu seçimi kazanacak duygusal karşılığı çok güçlü olan soyut bir faktör var, kişiler değil.

Bu aktör, topluma bir kabus gibi yayılan ve kökleşen ekonomik endişeler. Buna siyasetin diğer alanlarını da dahil ederek “endişe faktörü” diyebilirsiniz.

Demokrasi dengelerle işler. 15 Temmuz’dan sonra iktidarın elinde geçirdiği aşırı güç ortada denge bırakmadı. Karşısına çıkan bütün sınırları geçti ve her şey üzerinde kontrolsüz, denetimsiz bir hakimiyet kurdu. O derece ki, güç kendisi için bile makul ölçüleri kaybetti. Kontrolsüz güç her şeye muktedir olarak kendi kendini kündeye getirmekte gecikmedi. Bu durumu gözünüzde canlandırmak için geçmiş yıllara komedi gibi damgasını vuran faiz politikası ile Ortodoks politikaların tam karşı kutbunda dünyayı yeniden keşfeden ekonomi yönetimlerini hatırlamanız yeterli. Bugün Türkiye bu kontrolsüz gücün altında ezilen ekonominin enkazı altında inim inim inliyor. Kontrolsüz-denetimsiz güç ekonomide makul ölçüleri, öngörülebilir ve güvenilir araçları yok etti.

2017 referandumu iktidarın eline, aradığı “güçlü devlet” düzeneğini teslim etti. Bu düzenek ekonomiyi kolay düzelemeyecek şekilde rayından çıkartan bir manivela oldu sadece.

Gözden kaçıyor. Ekonomik kriz siyasi sistemin ürünü, tek elden iş gören bu güçlü ama denetimsiz iktidar yapısı sürdükçe sağlıklı dengeler oluşturmak ve çözüm bulmak imkânsız. O kadar imkânsız ki, o denetimsiz güç oturup karar verecek ve devletin ekonomik iktidarını ya doğrudan ya da dolaylı şekilde IMF’nin stand by ölçülerine terk ederek, kendi rızası ile sahadan çekilecek. Başka çare yok.

Seçimden sonra tufanın kapıda beklediğinin herkes farkında. Sıkı para politikası ve kemer sıkma tedbirlerinin, yani halkın daha da yoksullaşacağının işaretleri her köşeden gelen seslerle kamuoyuna yansıyor.

İşte tam olarak bu yüzden, iktidar kanadının halkın çıkar hesabına hitap ettiği düşünülerek seslendirilen “yerel yönetim muhalefetin eline geçerse hizmet alamazsınız” tehdidi, amaçladığının tam tersi duyguları harekete geçiriyor: Endişeleri. Yerel seçim kontrolsüz gücü denetim altına almak ve çok can yakacak kararlara engel olacak bir fırsata dönüşüyor. Halk “madem öyle yerelde ceza keserek merkezi hizaya getirelim” kararına itiliyor. Yerel iktidar-merkezi iktidar uyumu yerine, “hiç olmazsa yerel ile dengelenmiş merkez” mantığı devreye giriyor.

Gücün zaafı kendi gücüdür. 31 Mart seçimlerinde bu prensip işliyor. Merkezi iktidarı denetleme endişesi, yerel seçimlerin temel parametresi olarak parti ve kişi oylarının önüne geçiyor.

“Kim kazanacak?” sorusu aslında yanlış bir soru. Mesele kimin kazanacağı değil kimin kaybedeceği. Birine kaybettirmek üzere sandığa giden seçmen, kimin kazandığı ile çok fazla ilgilenmez. Kaybeden çekilince ortalık kendiliğinden geride kalana yani kazanana kalır.

AK Parti kanadı belli ki, “Erdoğan mı yoksa aday mı öne çıkmalı” ikilemini tartışıyor. Adayın hiçbir önemi yok. Seçmenin seçim sonrası endişelerine cevap verecek, şimşekleri üzerine çekip seçim sahasını tahkim edecek kişi belli.

Seçimi yerel seçim ölçülerinden çıkartıp genel seçim atmosferine taşıyan iktidar kanadı büyük bir strateji hatası yaptı. Yerelde kolay yönetilecek endişeleri ülke sathına yaydı ve kendisi aleyhine tahkim etmiş oldu.

Seçim sonucunu kişiler değil halkın seçim sonrasına dönük endişelerle yüklü bekleyişi belirleyecek.

bottom of page