"Türkiye’de siyaset savaş mantığıyla yürüyor. Son üç ayımızı alan, muhtemelen tekrar hortlayıp mahmur gözlerle zaman zaman bize bakacak olan yumuşama veya normalleşme, bu savaş süresince girişilen ateşkeslerden ibaret."
Düşman siyaseti, savaş mantığıyla yürür. Savaşta yumuşama da normalleşme de olmaz. Hatta çok uzayan bıktırıcı savaşlarda bile. Sadece ateşkesler olur.
Normalleşme veya yumuşama siyasetin özüne, vazgeçilmez önceliklerine dair bir tutum veya tarz değil. Durum ve şartlar uygunsa daha önce kanırtarak aldığınızı tereyağından kıl çeker gibi çekip almaya niyet ederseniz, ortaya kelebeklerin uçuştuğu bir bahar tablosu çıkarmak sadece iki cümlenize bakar. Savaş ve siyasetin amacı aynıdır: İradenizi karşınızdakine kabul ettirmek. Birinde silahla ve zora başvurarak, ikincisinde ortak paydalar icat edip, karşı tarafı ikna ederek. Türkiye’de ikincisi, yani siyaset çok nadir yüzünü gösteriyor. Peçe gerisinden gösterince de ortalıkta sevinç çığlıklarından geçilmiyor.
Demokrat Parti’nin sonunu getiren cephe siyasetiydi. 1958’de kurulan Vatan Cephesi, bilhassa ekonomide ve yolsuzluklarda köşeye sıkışan Adnan Menderes’in muhalefete savaş ilan ederek güç toplama teşebbüsüydü. Tahkikat komisyonları ile şiddetlenen bu savaş, normal şartlarda CHP’nin iktidarı ile sona erecek bir seçime doğru ilerlerken cuntacı askerler doğal süreci bir bataklığa çevirdiler ve merkez sağı haksızken haklı duruma düşürdüler.
70’li yılların Milliyetçi Cephe hükümetleri de, sokaklarda genel bir savaşa dönen şiddet olaylarının siyasete taşınmasıydı. Cephe siyaseti akan kanı çoğaltmaktan başka bir işe yaramadı.
ASKERİ TERİMLER VE SİYASET
“Cephe” askerî bir deyimdir ve savaş düzenini çağrıştırır. “Silahlı propaganda” veya “öncü sosyalizm” formülü ile Marksist gelenek bu kavram üzerine devrim stratejileri inşa etmiştir. Cephe tabiri demokratik seçme hakkının mevcudiyetini sürdürdüğü siyasette kesin ve keskin bir durumu anlatır: “Aranızdaki nüansları, çıkar çatışmalarını bir kenara bırakın. Durum çok vahim. Hayatî bir tehdit altındasınız. Hemen cephede kazılan mevzilere veya sığınaklara kendinizi atın ve karşı tarafın cephesine var gücünüzle saldırın veya ön saftakilere destek olun.” Doğal olarak savaşan iki cephe vardır ve başkaca bir seçim hakkınız yoktur.
Sadece “cephe” değil “ittifak” tabiri de askerî bir deyimdir ve savaş durumunda düşmanlara karşı işbirliği yapacağınız aktörleri ifade eder. I. Dünya Savaşı’nda dünya, İttifak güçleri ve İtilaf Güçleri diye ikiye ayrılmıştı. Birbirine yakın bu iki deyim orijinal karşılıklarında “Alliance” ve “Entente” güçleri olarak dünyayı ikiye bölmüş ve uzun bir savaşın taraflarını oluşturmuştu. İki yıl önce savaştığımız Bulgaristan ile bu sefer yan yana savaşmamız, “ittifak” ve “itilaf” kelimelerinin çıkar eksenli savaş işbirliği anlamına örnektir. “Alliance”sın, nişan yüzüğü anlamında kullanılması da, evliliğe yüklenen anlam konusunda size bir fikir verebilir.
Demokrasinin yerleştiği, kurumsal olarak her hal ve şartta işlediği toplumlarda, siyasî işbirliği, dayanışma veya iktidar veya muhalefet ortaklığı için “ittifak” deyimi kullanılmaz. Her biri bağımsız ve kurumsal kimliği olan partiler arasındaki birliktelikler, “koalisyon” gibi, daha yumuşak ve işbirliğinin mahiyeti hakkında açıktan fikir veren bir deyim ile karşılanır. Karşı tarafla savaşmaya niyetiniz yoksa neden yanınızdaki ile “ittifak” yapasınız?
Can alıcı soruyun soralım: Siyaset bizde neden şiddet yüklü bir dille savaş tamtamları ve naraları eşliğinde yürütülüyor?
İktidarlar için bir kaygı ve korku iklimi çok işe yarıyor. Endişe ne kadar büyükse, endişenin kaynağını, yani düşmanları yok etmek için o nispette güç ve baskı gerekiyor. Savaş mantığı ve dili, hazır bir arsenal (cephanelik) halinde size en kestirme yoldan eşlik ediyor. Savaş mantığı boyuna iktidarların sınırsız güç devşirmesini sağlıyor.
70’li yıllarda Cumhurbaşkanı Korütürk’ün Türkiye’deki yaygın siyasî şiddeti sona erdirmek için parti liderlerine naive bir önerisi olmuştu: Ecevit ve Demirel Meclis’ten el ele-kol kola çıkacaklar ve şiddet hemen sona erecekti.
Yumuşama veya normalleşme siyasetin şeklini ve içeriğini dönüştürecek bir başlangıç vuruşu, yani bir sebep olamaz. Yumuşama toplumun talepleri doğrultusunda, bu taleplere duyarlı politikacıların boyun eğeceği bir sebep olarak gelişip bir üslup olarak egemen olur.
ATEŞKESİN SÜRESİNİ KİM BELİRLİYOR?
Ekonomik krizin derinleşmesi iktidar cephesini daha esnek ve tavizkâr tutumlara zorluyor. Hem aç bırakıp hem de dayak atmak olmaz. Yumuşama veya normalleşme taktik bir silah ve iktidarın değil muhalefetin, yani CHP’nin elindeki ucu kurşunlu kırbaca benziyor. Muhalefet için yumuşama, bu kırbacı atın sağrısına vurmadan havada şaklatıp siyasete yön vermesine yarıyor. Dikkat edin, iktidarın yumuşamayı sona erdirmek için tek bir sebebi bile yok, ama muhalefet tonlarcasını bulabilir.
Türkiye’de siyaset savaş mantığıyla yürüyor. Son üç ayımızı alan, muhtemelen tekrar hortlayıp mahmur gözlerle zaman zaman bize bakacak olan yumuşama veya normalleşme, bu savaş süresince girişilen ateşkeslerden ibaret.
Soru şu: Ateşkesin zamanını ve süresini kim belirliyor? İnisiyatif kimde?
İki sözle, bir polemikle pamuk ipliğine bağlanan normalleşmeye veya yumuşamaya değil, bu sorunun cevabına odaklanırsanız siyasetin istikameti hakkında daha gerçekçi tahminlerde bulunabilirsiniz.
Comments