top of page

Türkiye’nin Yönü 2: İdeolojiler Çöplüğünde Nefes Almak Zor

Yazarın fotoğrafı: Mümtaz'Er TürköneMümtaz'Er Türköne

Bugünü anlamamız için anahtar hükmünde basit bir gerçek: Türkler tarih boyunca esas olarak Türklerle savaşmıştır. Kurtuluş Savaşı’nda bile otuz civarında isyan ve iç çatışmada, Yunan karşısında döktüğümüz kandan daha fazla zayiat verdik.  Bu yüzdendir ki bugün bile iktidarlar başları sıkıştığı zaman içerde hain üretmek için olağanüstü çaba harcarlar ve “büyük Türk milletinin kaderi” hep ihanetlerle gölgelenir.

Soğuk Savaş’ın şiddet yüklü karı-tipisi-fırtınası arasında yolunu bulmaya çalışan benim neslimin dört elle sarıldığı ideolojiler artık hiçbir istikameti göstermiyor. İdeolojilerin çürüdüğü çöplükte hazine arayanlar da ham bir hayalin peşinde ömürlerini ve şanslarını tüketiyor. Bir zamanlar “kahrolsun” ve “yaşasın” sloganlarına sarılıp hayatını ortaya koyanlar, bugünün hercümercine bakıp derin bir anlamsızlık duygusuna kapılıyor. Sadece ideolojiler ölmedi; sonunda varacağımız insanlık durumunu açıklama iddiasındaki bütün büyük açıklamalar, teoriler, kavramlar da sessiz sedasız düşünce dünyamızdan el etek çektiler.

Faşizm II. Dünya Savaşı’nın yıkıntıları arasında kaldı. Sosyalizm 1990’ların başında iflasını ilan etti. “Tarihin sonu” diyerek zaferini ilan eden Liberalizmin vadettiği “Özgür Dünya”nın koyun sürüleri arasında dolaşan vahşi kurtların kurduğu düzenden ibaret olduğu ayan-beyan ortaya çıktı. Yakın zamana kadar sosyal bilimlerin merkezinde saltanat süren modernite-modernleşme (ve sonunda post modernite) kavram ve kuramlarından bugünü açıklayan zayıf bir ışık bile gelmiyor. Azgelişmişlik, sosyal gelişme, kalkınma gibi kavramlar, bir zamanlar “ilerleme” masalının başına geldiği gibi kütüphanelerin tozlu raflarında hatıralardan ayıklanmayı bekliyorlar. “Küreselleşme”nin saltanatının onlar kadar bile sürmeyeceği ortada. Dünyada kendi ülkesinin, bir köy gibi küresel plaka sistemine dahil edilmesini bekleyen pek kimse kalmadı.

Dışarda liberal, içerde otoriter Çin örneği, ABD karşısında istikrarlı bir şekilde yükselirken, durumu açıklamak için kullanabileceğiniz kavram dağarcığınızın hiçbir işe yaramadığını tek başına göstermeye yeterli.

Elbette biri çıkıp yapay zekâya bu kavramların, teorilerin ve ideolojilerin tutarlılığını enine boyuna sorgulatıp nerede çöktüklerini gösterecektir. Şimdilik biz sadece hiçbirinin bir işe yaramadığını, yolumuzu aydınlatmak yerine kararttığını bilmekle yetinelim.

Bize gelelim:

Garplılaşma veya Batılılaşma başlığı altında toplanan yığınla metnin, medeniyet-kültür kavgalarının, çağdaşlaşma idealinin bugün açıklayıcı bir değeri var mı? Bugün geldiğimiz safhayı, bu sefer tarih içinde tersinden yola çıkıp “modernleşme” kavramının içine tıkıştırmayı deneyin.

Halbuki bu kavramlar uğruna ne mürekkepler tükendi, aklı başında insanlar ne kadar zihin yordu ne kavgalarda ne canlar alındı ve verildi. Okullarda, derslerde ne nefesler tüketildi ne zamanlar ve nesiller harcandı.

Sağından-solundan kurcalayalım:

Tarihimizin en karanlık dönemini yaşarken, 1918-23 arasındaki beş yıllık evrede, savaştığımız bütün cepheleri tahkim edecek, tüfeğe sürülen mermi gibi cephanemize dahil edilecek fikirler, imgeler, efsaneler ve bir ideoloji yaratmaya girişmiştik. Can havliyle, o gün istiklalimizi takviye etmek için müracaat ettiğimiz bu fikir cephanesi Cumhuriyetin kurucu ideolojisi olarak kalıcı hale geldi. Kurucu ideoloji olduğu için kutsandı ve dokunulmazlık kazandı. Zaman içinde bir formüle bağlandı ve eğitim sisteminde sadık vatandaş yetiştirmenin amentüsü haline geldi. Yakup Kadri’nin 1919’da keşfettiği Ergenekon efsanesinden başlayarak bu kurucu mimarinin taşıyıcı kolonlarını tek tek elden geçirebilirsiniz. Yeterince ve fazlasıyla şanla-şerefle dolu bir tarihimiz var. Kurucu ideolojinin mimarları, o günün dünyasında elzem görünen ulus devleti inşa ederken gerçeklerle pek ilgilenmediler. Gerçeği daha sağlam olmasına rağmen, yetenekleri ve ufukları nispetinde zayıf bir Türklük icat ettiler. Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 Türk devletinin arka planı bu zayıflığın eseridir. Bugünü anlamamız için anahtar hükmünde basit bir gerçek: Türkler tarih boyunca esas olarak Türklerle savaşmıştır. Kurtuluş Savaşı’nda bile otuz civarında isyan ve iç çatışmada, Yunan karşısında döktüğümüz kandan daha fazla zayiat verdik.  Bu yüzdendir ki bugün bile iktidarlar başları sıkıştığı zaman içerde hain üretmek için olağanüstü çaba harcarlar ve “büyük Türk milletinin kaderi” hep ihanetlerle gölgelenir.

Geleceğin dünyasında ulus devlet olarak yolumuza devam edeceğiz. İktidarları kalıcı hale getirmek üzere üretilmiş devletçiliğin milliyetçiliğin tahtına yerleşmesi, buna rağmen otoriter bir milliyetçiliğin üretilememesi üzerinde durmamız lâzım. Bir ideolojiye değil, bir usule, milliyetçiliği sağlam kazığa bağlayan demokrasiye ihtiyacımız var.

Dünyanın geri kalanına bir faikıyetimiz oldu. İslâm dinini, iktidar manivelası bir siyasî ideoloji olarak seferber edip tüketen eşsiz-benzersiz bir tecrübeyi geride bırakmak üzereyiz. Din bir iktidar projesi haline gelirse, cenneti dünyada kurmayı vadeden bir ideolojiye dönüşür. Gerçekte ise otoriter bir devleti sis perdesinin arkasında saklamak için seferber edilen İslâmcılık bütün cephelerde denendi ve iflas etti. 20 yıl önce “daha fazla din eğitimi”, “imam hatipler yaygınlaşmalı” diyenler, bugün giderek azalan dindarlığa bakarak yeni ne söyleyebilirler? Taksim’e cami yapılmadı mı? Tarikatlar devlet desteği ile irileşmedi mi? Dindarlığın her türü iktidar tarafından teşvik edilmedi mi?

Peki sonuç?

Geriye ne kaldı? Var mı söyleyecek yeni bir sözünüz?

İdeolojilere değil, başka bir yere bakmamız lâzım.  Yolsuzluklar, mafyavâri operasyonlar ve tam bir kokuşmuşluk ortasında aradığınızı bit pazarında, eskici dükkanlarında bulamazsınız. Üstüne üstlük bu kokuşmuşluğun ortasında ideolojilerin enkazından yükselen iç bayıltan kokuyu bastıracak bir parfümün henüz keşfedilmediğini de fark etmelisiniz.

Comments


bottom of page